Gezi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Gezi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Şubat 2014 Çarşamba

Ve Kadıköy'de bir semt Yeldeğirmeni


Kadıköy'de yer alan sevimli tarihi semtlerden biri Yeldeğirmeni'dir. Özellikle Kadıköy Belediyesi tarafından yapılan çalışmalarla daha hoş bir görünüm kazanan semt eski tarihi binaları, sinegog, kilise ve ekmek fırınları ile ünlüdür.

Altta semt hakkında kısaca ansiklopedik bilgiler vereyim öncelikle:

"Yeldeğirmeni'nin tarihi incelendiğinde jeolojik zamanlara kadar gidilir. Yeldeğirmeni'ninde de Pendik ve Yarımburgaz'da olduğu gibi deniz kabuğu kalıntıları bulunmuştur. Bu durum bir zamanlar bu bölgenin deniz suları altında olduğunu göstermektedir. Ayrıca Kadıköy' ün ilk yerleşmi olan Kalkedon'un kuruluşunun M.Ö. 675 yıllarında olduğu bilinmektedir. 

O zamanlarda Kalkedon şehrinin korunması için yapılan surların Yeldeğirmeni, Altıyol ve Yoğurtçu'dan geçtiği bilinmektedir. 

Yeldeğirmeni, yerleşim olmadan önce Haydarpaşa Çayırı'nın içinde kalan bir alandı.Yeldeğirmeni'ndeki eski yapılardan sinagog, kilise ve okul gibi binaların adlarının Haydarpaşa sözcüğü ile başlaması bundandır. 15. ve 16. yüzyıllarda bahçeli köşklerin varolduğu yazılan bu yerleşim alanında, 1774-1789 yılları arasında, padişah I.Abdülhamit tarafından 4 yeldeğirmeni yaptırılmıştır. Semtin ismi, un ihtiyacını karşılamak amacıyla kurulan bu yeldeğirmenlerinden gelir. 

Yeldeğirmeni'nde 1800 yılların ikinci yarısında yerleşim hızlanmış, özellikle Yahudilerin semte yerleşmesiyle birlikte apartmanlaşma başlamıştır. Yeldeğirmeni'ne İstanbul'un ilk apartman semti de denilebilir. Zira, konutların bulunduğu apartman semti olarak kabul edebileceğimiz belirgin tek semt olan Cihangir, Cumhuriyet'in ilanından çok sonraları oluşmuştur."


Yeldeğirmeni sokaklarında dolaşmayı sevdiğim ve özellikle yukarda görülen işletmeden taş fırın simidini almak adına sıklıkla gittiğim bir semt, eski ve her yanı tarih kokmakta, hani Yeni Türkü'nün bir parçası vardır Sesler, Yüzler Sokaklar  işte parça sanki burası için yazılmış gibi parçayı altta  dinleyin anlayacaksınız ne ifade etmek istediğimi....





Eski binalar heybetli pek çoğunda avlu mevcut taş binalar, kare kare fotoğraf çektirtir size ve sıra sıra ekmek fırınları 24 saat sıcak ekmek bulunur sokak ekmek kokar.


Yukarıdaki fotoğraflar cep telefonumdan çektiğim kareler...


21 Şubat 2014 Cuma

Haydarpaşa Garı


Bu bina çocukluğumdan beri seyretmeyi en sevdiğim güzelliklerden ve bugün de her sefer defalarca fotoğraflarını çektiğim abidedir

Haydarpaşa Garı, 1908'de İstanbul - Bağdat Demiryolu hattının başlangıç istasyonu olarak inşa edilmiştir.  İstanbul'un Anadolu yakasında, Kadıköy'de yer alan gar binası şehr-i İstanbul'un simgesel yapılarından biri olarak günümüze ulaşmıştır.


Kısaca tarihçesini yazarsak; Devrin Osmanlı padişahı II. Abdülhamit döneminde, 30 Mayıs 1906 tarihinde yapımına başlanmıştır. 19 Ağustos 1908 tarihinde tamamlanıp hizmete girmiştir. Bir rivayete göre binanın bulunduğu sahaya III. Selim'in paşalarından Haydar Paşa'nın adı verilmiştir. Binanı inşaatı, Anadolu Bağdat adı altında bir Alman şirketi gerçekleştirmiştir. Ayrıca bir Alman'ın teşebbüsüyle garın önünde mendirek inşa edilerek Anadolu'dan gelecek veya Anadolu'ya gidecek vagonların ticari eşyasını yükleme ve boşaltma işlevi için tesisler yapılmıştr.

İki Alman mimar Otto Ritter ve Helmuth Cuno tarafından hazırlanan [roje yürürlüğe girmiş, garın yapımında Alman ustalarla İtalyan taş ustaları birlikte çalışmıştır. I. Dünya Savaşı sırasında gar deposunda bulunan cephanelere 1917'de yapılan bir sabotajla çıkan yangın sonucu binanın büyük bir bölümü hasar görmüştür. Yeniden onarılan bina bugünkü şeklini almıştır.


1979'da Haydarpaşa'nın açıklarında Independenta adlı tankerin bir gemiyle çarpışması sonu meydana gelen patlamadan ve sıcaktan dolayı binanın O Linneman adlı ustanın yaptığı kurşun vitrayları hasara uğramıştır. 1976'da aslına uygun olarak yeniden geniş çapta onarılmış ve 1983'ün sonunda dört dış cepheyle iki kulenin restorasyonu tamamlanmıştır.

28 Kasım 2010 tarihinde çatısında çıkan ağır yangından dolayı çatısı çökmüş ve 4. katı kullanılamaz hale gelmiştir

Bu yangına rağmen halen göz kamaştırıcı eser her vapur yolculuğunda bakışları üzerine çekmektedir ve benim gibi İstanbul severler ise merakla yapıda oluşan hasarın ne zaman onarılıp tekrar aslına uygun olarak çatının restore edileceğini beklemektedirler.

Bina önünde ise tarihi Haydarpaşa iskelesi bulunmaktadır. İskele yanında yer alan denize nazır çay bahçesi Yaz ve bahar aylarında harika bir stres atma noktasıdır.


Aslında bu tarihi yapı güzel bir demiryolu müzesi ve kültür merkezi olsa tiyatro gösterileri, bale, klasik müzik konserleri, resim ve heykel sergilerinin yapılacağı bir tesise dönüşse; ne yakışır Kadıköy'e çünkü sonuçta Marmararay bitince işlevselliği bitecek denilmektedir, otel yapılıp halka kapanacağına tüm İstanbul'a kültür aşılayan bir kaynak olsa siz ne dersiniz...

**Fotoğraflar bana aittir..

19 Şubat 2014 Çarşamba

Kariye Müzesi ve Zeyrek Yokuşu


Müziğin yanı sıra beni buradan ya da facebook veya twitter dan takip edenler bilirler ayrıca doğa ve tarih tutkunuyumdur ve bu bağlamda sıklıkla İstanbul'da tarih ve doğa konulu geziler yaparım eşimle, bu esnada hobim olan fotoğraf çekme hususunda da kendimi biraz tatmin ederim.

Zaten arada tatiller sırasındaki izlenimlerimi blogta yazıyorum İstanbul gezilerimi de sizlerle bundan böyle bu geziler sırasında çektiğim fotoğraflarla beraber arada paylaşacağım bu ilki...

Bu yazımızın konusu Kariye müzesi ve Zeyrek yokuşu....

Kariye müzesi:

Kariye İstanbul Edirnekapı'da Karabük semtinde yer alan değerli bir tarihi eserdir, hakkında kısaca yazmam gerekirse:


Kariye (Chora) Kilisesi, 6. yüzyıla kadar giden bir geçmişe sahiptir. Günümüze ulaşmış hali Osmanlı döneminde ve 20. yüzyılin ikinci yarısında geçirdiği onarımların sonucudur.Daha önceleri kilise çevresinde, manastır kompleksi de ihtiva etmekteyken bu yapılar geçen zamana dayanamamışlardır.

İlk önce manastır olarak 534 yılında Justinianus döneminde Aziz Theodius tarafından yapılmıstir. 11. yüzyılda 1. Aleksios’un kayınvalidesi Maria Doukaina tarafından yeniden inşa ettirilmiştir. 1204-1261 yıllarındaki Latin istilasinda harap olan manastır Theodoros Metokhites tarafından 14. yüzyılda onarılmıştır. Dış narteks ve parekklesion bu dönemde yapıya eklenmiştir. (Metokhites Parekklesion’u kendisi için inşa etmiştir ve mezarı da kilisenin girişinde mermer Bir taşla belirlenmiş olan yerdedir.)

Yapının önemi, İmparatorluğun, Haliç kıyısında, surlara yakın bir yerde konumlanmış olan “Blackhernai Sarayı”na taşınmasıyla artmıştır. 1296’daki büyük depremden sağ olarak çıkmıştır.Bina Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethinden sonra 1511 yılında camiye tevdi edilmiştir. 1948'den 1958'e kadar yapılan çalışmalar sonucunda tüm mozaik ve freskler ortaya çıkarılmıştır. Yapı 1948’den bu yana da “Kariye Müzesi” olarak hizmet vermektedir. Fetihten sonra camiye sadece köşesindeki minare ve içerde güneydoğu köşesindeki mihrap eklenmiş ve orjinalliğinin korunmasına çalışılmıştır. Türkiye'deki eski kiliseler arasında, içinde en fazla mozaiğe sahip olanıdır.



Kariye Kilisesi, tipik Bizans yapısıdır. Dışarıdan tuğla duvarlarıyla oldukça sade görünmekle birlikte içi en süslü kiliselerden biridir. Güney cephede uzanan dar uzun tek nefli bir sapel olan parekklesion bir bodrum uzerine yapılmıştır. Üstü kısmen kubbe, diğer kısımları tonozla örtülüdür. Tek apsisi vardır. Bütün batı cephesi boyunca uzanan dış narteks bugünkü cepheyi oluşturur. Yapının orta mekanını örten kubbe yüksek kasnaklıdır. Osmanlı döneminde onarım görmüştür ve ahşaptır. 




Dış cephelerde yuvarlak kemerler, yarım payeler, nişler ve taş tuğla örgü sıraları ile plastik ve hareketli bir görünüm sağlanmıştır. Doğu cephesi dışa taşkın apsislerle bitmektedir. Orta apsis dıştan yarım kemerli bir “payanda” ile desteklenmiştir. Bu payanda, gotik mimarlıkta yaygın olarak kullanılan bir destek ögesidir. Haç tonozların, yük etkisiyle sütun, paye gibi taşıyıcı destekleri iterek yıkılmalarını önleme amaçlıdır. Yarım kemer biçimlidir, dıştan destek sağlar.
Esas ibadet mekanı işlevini gören naos, yapının merkezinde yer alır ve pandantifler ile geçilen bir kubbeyle örtülüdür. Naosun doğu uzantısı, sunak masasının yer aldığı bema ya da kutsal mekandır. Bema’nın iki yanında pastoforium yer alır. Şükran ayininin hazırlandığı kuzey şapel “prothesis”, giyinme odası olarak kullanılmış güney şapel “diakonikon” olarak adlandırılır. 14. yüzyıldan itibaren diakonikon özel şapel işlevi görmüştür.
İki katlı kuzey ek bölüm naosa birleşir. Geçiş niteliğindeki alt katı giyinme odası olarak kullanılmış olabilir. Manastır kütüphanesini barındıran ve naosa bir pencere ile açılan üst katı büyük olasılıkla kurucunun çalışma mekanıdır.

Eser günümüzde içinde en fazla mozaikleri korunmuş kilisedir, gidilip görülesi müthiş bir turizm mekanıdır. Çevresesinde de turistik hediyelik eşyalar satan mağazalar, butik oteller ve lokantalar mevcut.


İstanbul'da yaşayanlar için bir taş atım mesafesinde olan eseri görmeye vakit ayırmanızı önermekteyim. Müze Kültür Bakanlığı'na bağlı olup varsa Müzekart 'ınızla  girebilirsiniz yoksa ücreti mukabili bilet almanız gerekecek.

Zeyrek Yokuşu:




Zeyrek kısmen de olsa geleneksel mimarisini günümüze kadar korumuş olan bir semt. Ahşap binaların çoğunluğu 1800-1840 yılları arasında inşa edilmiş. Zeyrek'in önemli  özelliği ise yokuşları.

'Serçeden başka kuş, Zeyrek'ten başka yokuş tanımam' şeklinde söylenen bir deyime de konu olmuş bu dik yokuşlar.

Bu yokuşlardan en önemlisi Fil Yokuşu. Bizans Sarnıcı'nın üzerinden kıvrılarak caddede sonlanan İstanbul'un en dik yokuşlarından biri.

Yol üzerindeki ahşap binalar dikkat çekicidir. Bu yokuşun hemen yakınında Mehmet Emin Tokadi Hazretleri'nin türbesi var.

Türbenin karşısında çayınızı kahvenizi yudumlayarak İstanbul'u seyredebileceğiz Zeyrekhane'ye uğramayı ihmal etmeyiniz.

**Fotoğraflar bana aittir.

18 Şubat 2014 Salı

Burgazada-dünyadaki cennet/Heaven on earth


Burgaz Adası, İstanbul (Prens) Adaları'nın büyüklük olarak üçüncüsüdür. Yuvarlak biçimli ve genişliği yaklaşık 2 kilometredir. Ada üzerindeki tek tepe Bayrak Tepe'dir. Ada (bir kısmı 2003'te yanmıştır) bir kızılçam ormanıyla kaplıdır.

Büyük İskender'in generali, Demetrios'un babası olan Antigone buraya büyük bir kale yaptırmıştır. Bu sebeple ada önce onun adıyla anılmış, sonra Yunanca kale/burç anlamına gelen Burgaz (Pyrgos) adını almıştır. Ortodoks kilisesinin en saygın patriklerinden Metodios'un ikonakırıcılar tarafından adadaki bir mahzende yedi yıl hapsedildiği söylenmektedir. Bugün bu mahzenin üzerinde Ayios İoannis Kilisesi bulunmaktadır.

Evliya Çelebi'nin 17.yy'da yazdığnıa göre, ada halkı Rumlardan çok az sayıda da Yahudi ve Ermenilerden oluşmaktadır. En az 1 kilometre genişliğindeki boğaz Heybeliada'yı Burgaz (Antigoni) Adası'ndan ayırır. Antikçağ yazarları bu adaya Erebinthus, Bizanslı yazarlar ise Therebintos ya da Panormos adını vermişlerdir.

Çağdaş Türk edebiyatının önemli yazarlarından hikâyeci Sait Faik Abasıyanık, hayatının bir bölümünü burada geçirmiştir. Burgaz Adası ve diğer İstanbul Adaları, hikâyelerinde önemli yer tutmuştur. Abasıyanık'ın Burgaz'daki evi, Sait Faik Müzesi adıyla müze haline getirilmiştir.

Burgaz Adası; ağaçlarla kaplı olan Heybeliada ve Kaşık Adası'na baktığı için manzara açısından avantajlıdır. Ada; çam ormanları, sahilleri ve zarif ahşap köşkleriyle de İstanbul'un sevilen bir köşesidir.

Güzel ahşap köşklerın en çok saklandığı yerler sahil ve tepenin Kaşıkadası ile Heybeliada'ya bakan eteğindeki sokaklardır. Adanın eski plajına, iskelede vapurdan inildikten sonra sola dönülüp sahil takip edilerek ulaşılır.

Günbatımıyla manzarasıyla meşhur olan Kalpazankaya mevkii adanın batı yönündedir. Türkiye'deki ilk kalp paranın burada basıldığı söylenmektedir, o sebeple adı buradan gelir. Kalpazankaya'da yerleşik restuarant ise balık çeşitleri ve her Perşembe ile Cumartesi,Pazar yaptığı kuzu tandırı ile meşhurdur, Burgazada'ya gidecekseniz buraya özellikle gün batımını da görmek adına uğramak ve akşam yemeği yemek olmazsa olmazdır.


176 m yükseklikteki Bayrak Tepe, adanın güney kıyısından yükselen dik bir yamacın üstündedir. "Hristos Manastırı" bu tepede bulunmaktadır.

Ayrıca vapur iskelesi olan kısımda adanın çay bahçeleri ve balık lokantaları sıralanmıştır. Benim favori mekanım çay bahçelerinin hemen arkasında yer alan oldukça küçük ama harika tatlara sahip Sırma kafedir. Sahibi Tuğrul Sırma ile uzun yıllara dayanan ve ada öncesine dayanan bir dostluğumuzda vardır. Kendi üretimi şerbetler, börek ve poğaça çeşitleri tatmaya demleme çayı ise içmeye değer.

İstanbul'daki Rumların nüfusunun azalmasıyla birlikte, adadaki Rumların sayısı da çok azalmıştır. Bugün çok az Rum kalmıştır. Buna karşılık, adada İstanbullu Yahudilerin sayısı artmıştır ve adanın nüfusunun büyük bir oranını Türkler oluşturmaktadır. Adanın sol yamacındaki Avusturya Lisesi'ne ait binalarda ise Avusturyalı rahip ve rahibeler yaşamaktadır.

Burgaz'da 6 Ekim 2003 büyük bir orman yangını çıkmıştır. Şiddetli lodosla nedeniyle bu yangında önemli miktarda ağaç yanmıştır. Adalıların ve itfaiyenin havadan ve karadan yaptıkları söndürme çalışmaları sonucu, yangın ertesi gün söndürülmüştür. Yangından sadece on gün sonra 450 dönüm arazi üzerinde başlatılan orman yeşertme çalışmalarına İstanbul Orman Bölge Müdürlüğü, Adalar Belediyesi, sivil toplum örgütleri ve ada halkı katılmıştır. Çalışmalardan büyük ölçüde olumlu sonuç alınmıştır, bugün yanan yerler tekrar yeşile dönmüştür.

Burgazada'ya İstanbul Şehir Hatları, İstanbul Deniz Otobüsleri, Mavi Marmara, Turyol firmaları düzenli olarak sefer düzenlemektedir. Bostancı'dan kalkan motorlar yaklaşık 30 dakikada adaya varırken, Kabataş'tan kalkan vapurlar 1 saat, Kabataş'tan kalkan deniz otobüsleri yaklaşık 40 dakikada adaya varmaktadır. Burgazada'ya sefer yapan firmalar genelde yaz ve kış olarak 2 tarife kullanmaktadır. Bu seferlerin sıklığı da hafta içi ve hafta sonu günlerde değişmektedir. İlgili seferler tarifeler kullanılarak takip edilebilmektedir.

Brief English version:

Burgazada, Burgazadası, or Burgaz shortly (Greek: Αντιγόνη, Antigoni) is the third largest of the Princes' Islands in the Sea of Marmara, near Istanbul. It is officially a neighbourhood in the Adalar district of Istanbul, Turkey.

Burgaz is a common setting and even a major theme for writer Sait Faik Abasıyanık, where he also resided. Today, his residence is kept as a museum.

In 2003 Burgaz suffered a terrible forest fire, losing 4 square kilometres of its entire woodland, but after the fire new trees planted and now old fired area turns to the green again.

The island consists of a single hill 2 kilometres across. Demetrius I of Macedon, one of the Diadochi (Successors) of Alexander the Great, built a fort (Greek:Pyrgos for fort/tower) here and named it after his father Antigonus I Monophthalmus. The island took this name, but is generally known by the Turks today as simply Burgaz.

Island is famous for its old wooden mansions and phaetons. Also with Kalpazankaya, which is in west direction of the island and very famous with its sunset views.It is said that fake money in Turkey was pressed here in first time and its name Kalpazan (means false-coiner) is coming from this story.In Kalpazankaya, there is a famous restuarant with its fish and lamb tandoor, if you go to Burgazada, you should go to this restaurant in the evening to taste the delicious specialities under the marvelous sunset view.

In addition, tea gardens and fish restaurants are stituated in the fron of the island's ferry port. My favorite location Sırma Cafe is located in the road behind these restaurants & tea gardens ,which is quite small . Tugrul Sırma is the owner of this cafe and our friendships very old with him before his island days. I recommend you to visit this cafe to taste delicious pies, pastries and to drink sherbets of his own production or marvelous tea.











**All photos are taken by me/ Tüm fotoğraflar tarafımdan çekilmiştir....

12 Şubat 2014 Çarşamba

Harika bir Doğa Assos/Behramkale Yeniden


Malum Yaz sezonu yaklaşıyor, buradan hareketle sizlere geçen Yaz benim kankayı ziyaret masadıyla günübirlik eşimle gittiğimiz Kadırga koyu ve Assos’ tan bahsetmek istiyorum.

Bilenler bilir Ege & Akdeniz kıyılarımız sanki Cennet’ten bir parçadır. Benim için ise Ayvalık ve çevresi dünyadaki Cennet. Her yıl olduğu gibi geçen Yaz’ da Ayvalık’ta tatilimizi yaparken dostum Onur aradı ve ısrar etti hadi günübirlik Kadırga koyuna gelin eğleniriz diye, bizde hem her yıl bizim arkadaşların düzenli oraya gitmesi ve hem de meraktan hadi gidelim dedik.

Ayvalık’tan kendi aracımızla yola çıktık, yol rahat öncelikle Edremit’e dek devam ediyor oradan Havran tarafına değilde ters istikamete körfez boyunca devam ediyorsunuz, yol rahat neşeli ve bir süre sonra sağ tarafta tüm haşmetiyle İda dağı solda ise Ege manzarası ile devam ediyorsunuz yolda Akçay falan geçiliyor. Böyle devam ettikten sonra bir noktada yoldan ayrılıp Zeytinlikler içinde giden dar köy yoluna sapmanız gerekiyor ama yol yine rahat böyle 20 KM devam ediyorsunuz zaten bu yol sonunda Kadırga koyunda sonlanmakta.

Şirin ve küçük beldeye giriş yapınca yol sola ve sağa dönüyor bizim arkadaşlar sağ tarafta en sonda bir kamping karavan kampında kalmaktalar. Bu tesiste ayrıca klimasız bungalovlar var konaklanabilecek; tesiste duş imkanı sabah/öğle/akşam yemeği var ağaçlar içinde çok keyifli bir yer, kredi kartı geçiyor. Genelde aileler var karavan ile gelen ya da kamping yapan bazen turistlerde gelmekte.

Tesise varılan toprak yolun diğer tarafı çok geniş bir kumsal deniz genelde hafif dalgalı ama berrak tertemiz koyun özelliği 3 - 4 adımda su boyunuzu geçiyor ama dalgada olsa Karadeniz gibi değil sizi çekmiyor. Bu beldeye giderseniz tavsiyem gözlük, şnorkel ve palet almanız. Suyun dibi harika manzaralar içeriyor. Ayrıca zıpkınınız varsa balık ya da ahtapot avlayabilirsiniz.

Bizim arkadaş bu işlere meraklı Zodiac motoru var bu sayede koyda motorla dolaşıp tenha koylarda yüzme ve dalma imkanı da buldum oldukça zevkli idi. Kadırga koy’ unda genelde konaklama için küçük tesisler ve kimi lokantalar mevcut yani kafa dinlemek için ideal.

Bu koya giderseniz onu tepeden seyreden Assos’a çıkmayı ihmal etmeyin. Assos/Behramkale eski taş Rum evlerinden oluşan şirin bir köy tam merkezinde ise Assos harabeleri mevcut, buraya ücreti mukabili girebileceğiniz gibi varsa Müzekart ile ödemesiz girebilirsiniz. Mutlaka görülmesi ve resimlenmesi gerekli bir antik kent.

Öte yandan Behramkale şirin mi şirin bir köy merkezindeki köy kahvesinde hele de bizim gibi akşam 18:30 -19 :00 civarında olma durumunuz olursa akşam gün batarken tepeden muhteşem manzaraya karşı kömürde pişen kahve eşliğinde gün batımını seyre dalın. Yine merkezde Assos’a çıkarken bayanların çok seveceği güzel bir takı dükkanı var içerde çeşit çeşit takılar var yöresel Ametist, Quartz taşlardan yapılma ya da Akik, Lal ‘den yapılma cidden güzel takılar var bayanlar bakmalı, not kredi kartı geçmekte. Köyde zeytin ve zeytinyağı bulabilirsiniz..

Google ‘dan bakarsanız, İstanbul ya da Ankara’dan buraya nasıl gidilir kolayca bulabilirsiniz. Cennet’ten dingin ve sakin bir yer ve güzel bir doğa için bir gidin derim.

Bu yazıda kullanılan resimler tarafımdan çekildi, altta birkaç tane daha sizler için ekledim.








Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...